Üst

Türküler ve Hikayeleri

Gesi Bağları
Gesi Bağları
Türküler ve hikayeleri - Gesi Bağları

Bu Türkü Kayseri'nin yerli marşı gibidir.Ama özellikle Geside yedisindenyetmişine herkesin ama herkesin bilmesi gereken ve büyük çoğunluğununda bildiği,neşede de,hüzünde de dillerden düşmeyen, o söylenmeden düğünler'in olmadığı bir türküdür GESİ BAĞLARI.Öyküsü hakkında farklı anlatımlar olmasına rağmen şimdi anlatacağımız öykü akla ve türkünün tema'sına en uygun olanıdır.

Türküde işlenen tema Gurbet,Hasret ve Anne sevgisi üzerinedir.Türküde uzak bir yerden Gesiye gelin gelen kızın Annesine karşı duyduğu hasret dile gelir Haberleşmenin ve ulaşımın çok güç olduğu devirlerde evlenip Gesiye giden gelin uzun bir müddet Annesinden haber alamaz,e koca evi bu, zaten ulaşım da kısıtlı, ki kalksın Annesine gitsin kimselerede soramaz,neticede Anne hasreti ile kavrulup durur.Üstelik kocası da çalışmaya gurbete gitmiştir,kocasının ailesinin de kötü davranması karşısında iyice bunalan gelin duygularını dizelere vurmuştur.

Gesi Bağlarında üç ırgat işler
Anamdanmı gelir şu uçan kuşlar
Analar doğurur ele bağışlar
Atma anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

Bu dizelerdeki ince,sade,içli ve duygulu sözler sıradan Anadolu insanımızın değme şairlere taş çıkartacak özelliğini de ortaya koymaktadır.

Gesi Bağlarının gülleri mavi
Ayrıldım anamdan gülmeyim gayri
Alımı yeşilimi giymeyim gayri
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim

Yine türküde Annesinin bir selamına güvenen veya kendisini hatırlamasını isteyen gelin anne sevgisini ve hasreti şöyle anlatır:

Şu görünen bahçem'ola bağ'mola
Şu dağın ardında anam var'mola
Oturur da beni anar'mola
Gel otur yanıma başımın tacı
Ayrılık günleri ölümden acı

***
Şu dereden akan bulanık seller
Derdim içerim de ne bilsin eller
Oturup ağlasam divane derler
Örtün pencereyi esmesin yeller
Bu gün efkarlıyım bilmesin eller

Bu arada gelin gurbete çalışmaya giden kocasına serzenişini ve ona olan ihtiyacını şöyle dile getirir:

Gesi bağlarına indi bir firenk
Ah çeker ağlarım anam dayanmaz yürek
Gönderin yarimi o bana gerek
Gel otur yanıma çektiğim yeter
Ayrılık hasreti ölümden beter
***
Gesi bağlarında kaynar kum idim
Fener gibi yanan anam mum idim
Evel Allah yarim sensin benim ümidim
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

Babasız olarak gelin oluşu,kardeşlerinin ekmeğini yiyerek yetişmesi ,koca evinde başa kakılınca duygulanan gelin alın yazısı hakkında serzenişlerini şöyle dile getirir:

Gesi bağlarında tokaştım taşa
Gardaş ekmeğini kakarlar başa
Yetirip çalıştım emeğim boşa
Ne deyim de ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

İşte bu içten ezgileri dinleyipte duygulanmamak mümkünmü.Geçmişte özellikle merhum Ahmet Gazi AYHAN'ın yorumu ile başlayan ve çeşitli sanatçılarla birlikte günümüze kadar gelen bu türkü halen değerini koruyarak zevkle dinlenmektedir.Ayrıca türkünün temasının hasret ve gurbet duygusu değilde iki sevgili hasreti gibi gösterilen ve uydurularak türküye atfedilmiş yüzlerce deyiş halen halk arasında söylenmektedir.

Gesi Bağları en çok aşağıdaki dizelerle bilinmekte ve söylenmektedir

GESİ BAĞLARI

Gesi baglarinda dolaniyorum yitirdim yarimi
Aman araniyorum yitirdim yarimi aman araniyorum
Bir tek selamina güveniyorum gel otur yanima
Hallarimi söyleyeyim derdimden anlamaz ben o yari neyleyim

Gesi baglarinda üç top gülüm var hey Allahtan korkmaz
Sana bana ölüm var hey Allahtan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm varsa bu dünyada zulüm var
Atma garip anam beni daglar ardina
Kimseler yanmasin anam yansin derdime

Yöre : Kayseri - Gesi

 
Yozgat Sürmelisi
Yozgat Sürmelisi
Türküler ve hikayeleri - Yozgat Sürmelisi

Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının, yeşillik, etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır, hayatlarını bu yoldan sağlarlardı.

Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı, sırtında sazı Yozgat'tan Akdağmadeni'ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı. Bazen bir çamın dibine rastlanır. Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar, aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdü.

O sevgili ki güzelliği Bozok yayla'sına yayılmış, ahu gözlü, sürmeli kaşlı, ayyüzlü bir dilberdi. Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı. Sürmeli Bey, ailesini salarak, babasından sevdiğini istetir, mağrur adam, kızını bir çobana vermeye yanaşmaz. Araya beyler, ağalar girer ama boşuna, bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler.

Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beş çamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar. Aşkını, yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır. Küser otağına, obasına ve Akdağlar'a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz. Dertli kavalına üflediğ, işli sazına söylettiği nameler kalır geriye. O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey'in türküleri.

SÜRMELİ KIZIN ÖYKÜSÜ

Sürmeli Yozgat'ta yaşanmış Türk Halk Edebiyatının en güzel örneklerinden birisidir. Yozgat Sürmelilerinin ortaya çıkışı 19. yy. sonlarında İkinci Cihan Harbinin sona erdiği dönemdir. Hepsi 96 beyittir.

Sürmeli güzel gözlü sevgiliye bir hitaptır. Eskiden genç kızlar dışarıya çıkarken gözlerine sürme çekerlerdi ve gözleri daha alımlı olurdu. Bol feracelerinin içinde sadece gözleri görünürdü kızların.

Yozgat Sürmelileri yaşanmış öykülerin getirdiği birer sevda, hatta karasevda türküleridir. Bu bir anlık sürmeli gözlere bakış, yüreklerde büyük aşklara kara sevdalara başlanmış olur kor düşen yürekler sessiz sessiz yanar, ateşini genişletir ve ağızlardan sürmelinin sözleri olarak dökülür. Söylenen sözlerde acı vardır, hasret vardır, gurbet vardır. Sürmelileri dinlerken bu kadar duygulanmamızın sebebi bu sürmeli öykülerinde yakaladığımız duyguların kendimizde de bir yeri, bir acısının olmasındandır. Kısaca kendi aşklarımızı, hasretimizi buluruz Yozgat Sürmelilerinde.

Sürmeli Beyin en tanınmış türküsü ;

Of ooof !
Yozgat seni delik delik anam delerim
Kalbur olur toprağını anam elerim
Vay vay anam sürmelim

Eğer sürmelini yitirirsen anam
Koyun olur peşin sıra melerim
Vay vay anam sürmelim

Of oof ! Çamlığın ardında bir yuva yaptım
Yuvamın içinde sürü otlattım
Ben sürmelimi gurbete attım
Vay vay anam sürmelim

Yozgat türkülerinde hasret, sevda ve hepsinden daha çok yayla ve yayla ile ilgili konular işlenmiştir. Yozgat’ı en iyi anlatan “Türkü Yozgat Sürmelisi”dir. Sürmeli Türküsünden bir dörtlük şöyledir.

Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Bu dert beni iflah etmez del eyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var?

 
Meyrik
Meyrik
Türküler ve hikayeleri - Meyrik ( Maraştan bir haber geldi )

Meyrik, Pazarcık ‘ın Damlataş Köyü’nün “Kantarma Obası”nda veremden ölen ve üzerine ağıtlar yakılan güzel bir gelindir

Meyrik evlenmeden önce verem hastalığına tutulmuştur. Teyzesinin oğlu Hasan’la evlendirilir. Evliliklerinin daha 3.ayında Meyrik hastalanır ve Kahramanmaraş Devlet Hastanesi’ne kaldırılır. Çok geçmeden köye Meyrik ‘in ölüm haberi gelir. Kadınlar toplanır, ağıt yakarlar. Olayın en ilgi çekici yanı “Meyrik Türküsü”nün ağıt olarak , o anda irticalen Meyrik Gelin’in hem teyzesi hem de kayınvalidesi tarafından söylenmesidir. Yıl 1970’tir.

Daha sonraları 1971 yılında Aşık Mahzuni Şerif köye gelerek Meyrik Türküsü’nü besteler. Halen Türk Halk Müziği’nin en sevilen türkülerinden biri olan bu yanık türkü, birçok sanatçı tarafından söylenmiştir, söylenmeye de devam etmektedir.

Maraş'tan Bir Haber Geldi (Meyrik)

Maraş'tan bir haber geldi
Dediler ki Meyrik öldü oy oy
Keşke Meyrik ölmeseydi
Kesileydi elim kolum oy oy

Oy Meyrik Meyrik Meyrik
Ben kurbanam sana Meyrik
Ben hayranam sana Meyrik (vay)

Doktor yarayı kesiyor
Gene Meyrik kan kusuyor oy oy oy
Dediler ki Meyrik öldü
Anası kime (bana) küsüyor oy oy oy

Oy Meyrik Meyrik Meyrik
Ben kurbanam sana Meyrik
Ben hayranam sana Meyrik (vay)

Şu Meyrik'in acısına
Çarşaf serin gecesine oy oy oy
Keşke Meyrik ölmeseydi
Sabır onun kocasına (anasına) oy oy oy

Oy Meyrik Meyrik Meyrik
Ben kurbanam sana Meyrik
Ben hayranam sana Meyrik (vay)

 
Seni iyle sevirem ki ...
Diyirsen ki, niye?
Ne bilim iste iyle!

Seni görende bir hos olir, ölür ölür ölirem...
Ahsam olir davar , nahir, mal gelir.
Komlar, ahirlar dolir
Sayiram sayiram biri eskig
Bi daha sayiram
Bi de bahiram ki, tamam.
Ama üzülirem;
Çünki sen gelmirsen.
Diyacahsan niye?
Bennam, iste iyle!

Yassi olir;
Sekide ekmek yiyecegam
Civil lavasi dürüm edir , tam katliram,
Sen ahlima gelirsen, yiyemirem.
Sen ahlima gelirsen, bogazimda dügümlenir.
Gene diyirsen ki, niye?
Iste iyle...

Anam örtüleri sarir...
Gendi gendimi yiyirem.
O da gidir , kalli biçare galiram.
Gözlerim süzülir, uyicagam, uyiyamiram.
Gafam garisir, yüregim sigisir, yatamiram.
Gene diyirsen niye?
Iste iyle!

Gusluga dogri daliram
Hayal, hülya görirem, sanki yanibasdasan
Sevinir, sevinir bir hos oliram,
Bir de ayiliram ki, yasdiga sarilmisam
Diyacaksin ki , niye?
Amaan , iste iyle.

Sabah olir, horozlar ötir, gün dogir...
Gahiram tavuhlara, culuhlara yem verirem...
Culuhlari dutir dutir öpirem;
Onlari bile sene benzedirem.
Saggin deme niye ?
Ne bilim , iste iyle!

Gün gibi gelir ,ay gibi gidirsen.
Beni yiye yiye bitirirsen.
Hep ömrümden ***irirsen.
Seni sevdigimi de çoh ey bilirsen.
Diyirsen ki, niye ?
Bilirsen , iste iyle!

Babam beni gapiya goymir diyirsen.
Ey helt yiyirsen.
Gomsulara, emin, bibin, ezen gile gidirsen...
Madem ele çih cama, tirhica gel!
Yüzün görim, bu da bene yeter
Saggin deme niye!
Iste iyle...

 
Sarı Gelin
Sarı Gelin
Türküler ve hikayeleri - Sarı Gelin

Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmış ve tanımışlardır.

Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında Erzurum ve yöresinde yaşamaktadır.

Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böyle bir şey yoktur. Sarı gelin türküsünde Ermenice kelime yoktur.

Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlıyı ailesi kız ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşık olur ve aşkını şiirle mırıldanarak söyler. Kız bey kızıdır zaten bey de kızını vermez bu delikanlıya.

Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmağa karar verir ve kaçırır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve oğlanı öldürürler. O günden beri halkımız arasında bu hikâye dilden dile dolaşır.

Erzurum çarşı pazar
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

İçinde bir kız gezer
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

Katlime ferman yazar
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Palandöken yüce dağ
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

Altı mor sümbüllü bağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Seni vermem yadlara
Leylim aman aman leylim aman aman
Leylim aman aman sarı gelin

Nice ki bu canım sağ
Hop ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim.

 
Dumlupınar denizaltısı - Ah bir ataş ver
Dumlupınar denizaltısı - Ah bir ataş ver
Türküler ve hikayeleri - Ah bir ataş ver

Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları
4 Nisan 1953, Saat 02:15

Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı. Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı. Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı. Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, herşey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler. Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.

28.01.1973 tarihinde incelenen türkü, TRT'de "Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım" adıyla geçmektedir. Durmuş YAZICIOĞLU tarafından derlenmiştir.

Ah bir ataş ver
Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen salın (sallan) gel ben boyuna bakayım
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

 
Telli Turna
Telli Turna
Türküler ve hikayeleri - Telli turnam selam götür

Efsane de olsa bütün aşklar gibi başladı hikâye. Onun da başlangıcı ve büyümesi vardı. Sadece bitişi bir efsane doğuracak kadar başkaydı. Önce bütün aşklara benzer bir aşkla sevdiler birbirlerini. Sonra, kentin tarihçesinde benzeri görülmemiş bir düğünün gecesinde, arada aşk olan bütün damatlar ve gelinler kadar yalnız kaldılar.

Gelinin saçlarının üzerine gümüş teller takılıydı. Damadın ise sırtında parlak ve sırmalı bir cepken, başında süslü bir başlık vardı. Bir hayli yakışıklı, bir o kadar nazlıydı. Güzelliği görünsün bilinsin istedi. Gelinin aynasında görüntü vermek istedi. Kentin en usta kuyumcularına yaptırdığı su parıltısı bir gerdanlığı taktı gelinin boynuna. Sana senin değerin kadar yüz görümlüğü takacak varlığım yok benim, dedi. De bana, dileseydin benden ne dilerdin? Telli gelin, boynunda kendisine helal olanın armağanı gerdanlığın ürpertisi, ben kadınım, dedi, sana ömrün boyunca tek eş olmak isterdim. Kalbinde tek başıma hüküm sürmek isterdim. Başka da bir şey istemezdim.

Süslü elbiseleri olan yakışıklı ve nazlı damat, işte dedi, şu boynunda takılı duran gerdanlık, şu gece ve şu duvarlar tanık olsun ki: Söz olsun!

Geleceğe dair sonsuz teminat taşıyan ve kendisine birden fazla tanık tutulmuş olan sözün gücüyle öyle bir gece indi ki yakışıklı damadın koynunda uyuyan gelinin üzerine sanki ay doğdu hanesine.

Fakat sözün mukaddesliği söylediği ile sınırlı mı? Zaten hangi sözün menzile ulaştırdığı, taşıması için sırtına yüklenen manaymış ki?

Zaman gelici ve geçiciydi. Dilin kemiği gibi söz söyleyicinin de sözüne güven yoktu. Çünkü kendi lisanının macerasında değişmek sözcüğüyle aynı imla üzre yazılan kalp, değişip duruyordu. Çünkü kalp az vefalı, çabuk unutucu ve bıkıcıydı. Heves insana mahsus bir sıfattı. Ve yakışıklı ve süslü damadın genç erkek kalbinde heves vardı. Güzelliğim bir kez daha onaylansın, dedi, görüntüsünü boy düşüreceği yeni bir ayna istedi. Bir sabah vakti ravilerin rivayetlerine bakılırsa bir benzerini kentin tarihçesinde yine kimselerin görmediği yeni bir gelini daha eve getirdi.

Yeni gelin eski gelin oldu.

Kalplerin taşıyıcılığı başka başkaydı. Taşınabilenden fazlasını vermezse de Rab, bazen verilen, taşıyıcısını ezip geçiyordu. Eskimiş bir gelinin zannınca, tenin de canın da taşıyabileceğinden fazlasıydı bu. Hayatla ölüm tartılınca ölüm, bugünle yarın tartılınca yarın ağır geliyordu.

O kadar ki, Rabbim, dedi, yerlerin ve göklerin Rabbi, ben bu yükü taşıyamam, bu yer taşımaz beni. Göklere baktı. Acı ve dua kalbinin zarına değe değe dua etti. Yer yarılsa da yerin dibine geçsem, böyle dedi.

Gözyaşının düştüğü yerde merhamet vardı. Bağışlaması ve esirgemesi sınırsız olan Rabb katında duası, kabul edilmiş duaların defterine yazıldı.

Ama: Ben bu yükü taşıyamam, bu yer taşımaz beni, sadece bu kısmı kabul gördü duasının. Yer yarılsa da yerin dibine geçsem, bu kısmı kabul görmedi.

Doğrusunu Allah bilirdi.

Yer cezaydı gök kurtuluş. Yer tekildi gökler çokluk.

“Yer taşıyamazsa seni gel o zaman göklerime!” denildi.

Yer yarılmadı, yerin dibine girmedi, sadakat sözünü tutmayan ve kalbi hevesle dolu olan damadın gelini. Taş da kesilmedi. Ama o günde, o saatte ve orada bir turnaya dönüşüverdi.

O gün bugün turna su kuşu. Boynu zarif. Gözleri duru. Başının arkasında telli tarağı. Sadakate tanık tutulmuş bir yüz görümlüğünün yerinde, boynunda, hicaptan kapkara kesilmiş bir leke.

O gün bugün turna kutlu, kimse ellerine turna kanı bulaştırmak istemez. Öldürenin boynuna vebali var. Ve turna öldüren zalim avcı bir daha iflah olmaz.

O gün bugün turna tek eşli. Eşi vurulan turna o gün bugün katarını terk ederek yere iner. Çığlık çığlığa. Eşini bırakıp da ölümün siyah koynuna, havalanmak istemez.

O zaman onu da vurmak zorunda kalır avcı. Zaruri bir ölüm olur bu!

Telli Turnam Selam Götür
Telli turnam selam götür
Sevdiğimin diyarına
Üzülmesin ağlamasın
Belki gelirim yarına cananıma

Hasret kimseye kalmasın
Sevdalılar ayrılmasın
Ben yandım eller yanmasın
Sevdanın aşkın narına canıma

Gönüle hasret yazıldı
Sevgiye mezar kazıldı
İki damla yaş süzüldü
Gözlerimin pınarına

Hasret kimseye kalmasın
Sevdalılar ayrılmasın
Ben yandım eller yanmasın
Sevdanın aşkın narına canıma

 
Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar
Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar
Türküler ve hikayeleri - Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.

Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.

Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.

Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.

Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim.

 
Kiziroğlu Mustafa Bey
Kiziroğlu Mustafa Bey
Türküler ve hikayeleri - Kiziroğlu Mustafa Bey

Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir.
Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ?
Köroğlu ile ne ilgisi var?
Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu.
Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür.
Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur.
Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar.
Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır.
Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya.
Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir derler.

Küçükken at binip kılıç kuşanır

Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya .

Köroğlu doğuya gelir

O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş. Köylülerin söylemesi böyle.

Yiğitlerin kavgası

O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreş-mekte. Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış.

Bir atı var Ala Paça peh peh peh
Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey
Az kaldı ortamdan biçe
Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim,
Hanım kim
Kiziroğlu Mustafa Bey
Bir beyin oğlu
Zor beyin oğlu

diye...Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır. Kapıyı çalıp içeri girer. Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider.

Anadolu insanının takdiri

Köroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır. Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır.

 
Etek Sarı Sen Etekten Sarısın
Etek Sarı Sen Etekten Sarısın
Türküler ve hikayeleri - Etek Sarı Sen Etekten Sarısın

Âşık, hercai gönüllüdür. Bir gün genç bir kadın görür. Gelinin tülbendinin altından çıkan ve savrulan saçlarının da giydiği eteğin rengi de sarı; teni Beydağı’nın karı gibi beyazdır. O bir “Deste başı”dır. Yiğit sevince işte böyle deste başı sevmeli!

Hasa bezinden, kolları düğmeli gömleğini onun için giyer, atıyla onu görmek için pınarın başına gider. Konuşmak ister, olmaz. Onunla konuşmayan/konuşamayan gelin de dolu dolu döker gözlerinden. O, başkasının yâridir. Seven, ama kavuşamayan âşık duygu, düşünce ve hayallerini türküye dökerek dile getirir. Yöre motifleri ile süslediği hasretini dile getiren türküsünü yine yöre ezgisiyle çalıp söyler. “Seni benden beni senden eyleyen/Ölmeye de mezar mezar dolana” diyerek de beddua eder...

“Etek Sarı Sen Etekten Sarısın”

Etek Sarı Sen Etekten Sarısın
Kurban Olam Beydağının Karısın
Sordum Sual Ettim Kimin Yarısın
Ben Sormadan Dolu Gibi Döküyü

Bir Köynek Diktirdim Kolu Düğmeli
Herkes Kaderine Boyun Eğmeli
Deli Gönlüm Çirkine Bel Bağlama
Sevdiğin Arguvan'ı Değmeli

Bir Köynek Diktirdim Hasa Bezinden
Alem Düşman Oldu Senin Yüzünden
Eğer Gurbet Ele Gider Dönersem
Ahdım Vardır Öpeceğim Yüzünden.

 
Geri